Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı’nın Hukuksuz Şekilde Cezalandırılmasına İlişkin Ortak Açıklama
BASINA ve KAMUOYUNA
31 Mart 2019 tarihinde yapılan seçimlerde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Selçuk Mızraklı, 19 Ağustos 2019 tarihinde içişleri bakanlığının kararıyla başkanlık görevinden alınmış ve yerine il valisi kayyum olarak atanmıştı.
Selçuk Mızraklı görevden alındıktan bir süre sonra, 22 Ekim 2019 tarihinde gözaltına alınmış ve daha sonra çıkarıldığı sulh ceza hakimi tarafından tutuklanmıştı.
Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi dün kararını açıklamış ve Başkan Mızraklı’nın 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmasına karar vermiştir. Mahkemenin, hukuk dışı bir şekilde elde edilen ve hukuken delil sayılamayacak delillere(!) dayanarak söz konusu cezayı verdiğinden hiçbir kuşkumuz yoktur. Nitekim Başkan Mızraklı, şüpheli olarak UYAP’a kaydedilmeden 2009-2014 yılları arasında Gülen Yapılanması mensubu hakim-savcıların kararıyla dinlenmiş, ancak hakkında bir işlem yapılmamıştır. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 138. maddesine göre bir kişi hakkında iletişimin tespiti kararı verilmesi için öncelikle şüpheli veya sanık sıfatını alması gerekmektedir. Ancak Başkan Mızraklı, söz konusu hukuki şartlar es geçilerek 10 Temmuz 2017 tarihinde doğrudan şüpheli olarak UYAP’a kaydedilmiştir. Bu durumda mahkeme, yasadışı dinlemeler sonucunda elde edilen ve hukuki geçerliliği olmayan bir takım bilgileri delil olarak dikkate almış ve hüküm kurmuştur. Mahkemenin bu tutumunun hukukla izah edilemeyeceğini en iyi mahkeme hakimleri bilmelidir.
Bir diğer hukuksuzluk hali ise mahkemenin, Mayıs 2016 tarihinde teslim olan itirafçı tanık H.B.A.’nın teslim olmasından neredeyse 3 yıl sonra ve seçimden 10 gün önce 20 Mart 2019 tarihinde verdiği iddia edilen beyanlara itibar etmesidir. H.B.A.’nın vermiş olduğu iddia edilen beyan, alışılmış ve yasal formatın dışında alınmıştır. İtirafçı tanık, yakalanmasından 3 yıl sonra cezaevinde tutuklu olarak yargılandığı sırada, cezaevinden nasıl çıkarıldığı belli olmadan, Kayseri Cezaevinden Diyarbakır’a getirildiği iddia edilmiş, Başkan Mızraklı hakkında beyanda bulunmuştur. İfadenin altında iki jandarma görevlisinin yazıcıdan çıkmış sicil numaraları ve el ile atılmış imzaları bulunmaktadır. Ancak Cumhuriyet Savcısının sicili daha sonra el ile yazılmıştır. Hazır bulunan “Katip” kısmında ise ne bir sicil, ne de bir imza bulunmaktadır. Asgari şekil koşullarına bile uymayan bu ısmarlama ifade, mahkeme tarafından muteber kabul edilerek hükme esas kılınmıştır. Bu arada itirafçı tanık H.B.A., geçtiğimiz günlerde hakkında devam eden davadan beraat etmiştir.
Mahkeme, savunma makamının, “H.B.A.’nın beyanlarının hangi koşullarda alındığı, ifadenin hukuka ve yasaya uygun alınıp alınmadığının araştırılması” yönündeki taleplerini reddetmiştir.
Özetleyecek olursak; polis veya jandarma tarafından yazılan fezlekeler herhangi bir hukuk süzgecinden geçmeden iddianameye dönüşmekte, iddianameler de hukuki sonuç doğurma kaygısından uzak bir tutumla keyfi cezalandırmalara dayanak yapılmaktadır. Delillerin hukuka uygun bir şekilde toplanıp toplanmadığı konusunda bir araştırma yapmayan, sanığın lehte delillerini değerlendirmeye almayan, kararı soruşturma sürecinin daha başında belli olan mahkemelere artık gerek kalmamıştır. Bugün yargı mekanizması, adalet kaygısından azade bir keyfiliğe dönüşmüş, adeta cübbeli polisler ordusu haline gelmiştir.
Kayyımlık müessesesi; hukuk devleti ilkeleri ile seçme ve seçilme hakkına bir saldırı ve hayatın demokratik işleyişine kast eden bir anlayışı temsil etmektedir. Hukuki, siyasi ve toplumsal hiçbir meşruiyeti bulunmayan kayyum uygulamasını devam ettirmek için belediye başkanları aleyhine ısmarlama soruşturma ve kovuşturmalar açılmakta, bu davaların mahkumiyet ile sonuçlanması içinse her gün hukuktan ve adaletten biraz daha uzaklaşmak suretiyle deliller(!) üretilmektedir. Bu keyfilik ve içinde adalet olmayan politikalardaki ısrar, hukuksuzluğu ve adaletsizliği çoğaltmakta ve her gün buna yeni bir halka eklemektedir.
Hukuk güvenliğinin yerini bugün yargının keyfi ve siyasi uygulamaları almış, yurttaşlar için bir güvence olması gereken yargının kendisi, toplumun her bir ferdi için tehdit haline gelmiştir. İktidarın ekonomik, sosyal, kültürel, iç ve dış politikalarını eleştiren, muhalefet hakkın kullanan hemen herkes hükümetin ve dolayısıyla yargının hedefi haline gelmiştir. Toplumun her bir ferdi; ya tanık olduğu haksızlıklara, hukuksuzluklara itiraz etmemesi ya da terörizm suçlaması, vatan hainliği veya cezaevi arasında bir tercih yapmaya zorlanmaktadır. Yani çok seslilik ve fikir özgürlüğü konusunda garantör olması gereken devletin kendisi yurttaşın fikir özgürlüğünü her gün sistematik olarak tehdit etmektedir.
Bizler aşağıda imzası bulunun hak örgütleri olarak;
Hukuk dışı ve keyfi tutuklama ve yargılamalardan vazgeçilmesini,
Başkan Mızraklı’nın hakkındaki uydurma isnatlar düşürülerek derhal serbest bırakılmasını ve görevine iadesini,
Hukuka ve yasaya aykırı elde edilen delillere rağmen Başkan Mızraklı’nın tutukluluğunda ve cezalandırılmasında ısrar eden yargı mensupları hakkında soruşturma başlatılmasını ve tedbiren açığa alınmalarını talep ediyoruz.
Diyarbakır Barosu
Diyarbakır Tabip Odası
Hak İnisiyatifi Derneği (HAK) Diyarbakır Temsilciliği
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği