8 Mart 1857 yılında ABD’deki bir fabrikada kadınların insancıl yaşam koşullarında çalışmak için haksız iş koşullarına karşı ayaklanmaları, 129 emekçi kadının can vermesiyle neticelenmiştir. Ardından; Danimarka’da 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında bu ölümlerin de anılması ve emekçi kadınların ezilmesine son verilmesi için bir gün tayin edilmiştir. Ancak 8 Mart başlangıçta emekçi kadınların hakları için kutlanılırken, zamanla özgürlüğü kısıtlanan, hak ihlallerine maruz kalan bütün kadınların şiddet ve ayrımcılığa karşı seslerini yükselttikleri uluslararası bir gün haline gelmiştir.
Kadınlar yaşamın her alanında şiddete ve ayrımcılığa uğramakta; aile içinde, siyasette, karar mekanizmalarında, iş hayatında, eğitimde, medyada ve reklam dünyasında cinsel bir obje olarak istismar edilmekte; kültürel, ideolojik nedenlerden ayrımcılığa uğramaktadırlar. Kadınların yaşadıkları bu ayrımcılıklar ve bunlara karşı verilen mücadeleler insanlık tarihi kadar eskidir.
Günümüzde, kısmen kültürel alt yapının da beslediği kadına yönelik ayrımcı uygulamalar ve şiddetin en uç noktası olan yaşam hakkı ihlallerinin sayısıher yıl artmaktadır. Bu artışta çeşitli kadına yönelik şiddet davalarında “saygın tutum, iyi hal indirimi” ve sair kararlarla, yasal müeyyidenin taşıması gereken caydırıcılık niteliğinin ortadan kalkmasının etkisi olduğunu düşünüyoruz.
Kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz olaylarında failin tanıdık, ünlü olması da failin “onurunu” korumak için mağdurun beyanının sorgulanmasına ve mücadele alanının daraltılmasına sebebiyet vermektedir. Gerçekleşen hak ihlallerinde failin kimliğinden, unvanından bağımsız olarak davaların görülmesi gerektiğini, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışının insanlık suçu olduğunu düşünüyoruz. Benzer şekilde kadına yönelik şiddetle mücadele kanunu “yuvaların dağılması, aile mefhumunun tehlikede olması” gibi kamuoyunu yanıltan iddiaların ve düzenlenen kampanyaların kabul edilemez olduğunu belirtiyoruz. Ayrıca 2015 yılında imzalanan ve 2016 yılında hayata geçirilen “Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi ” de yakın zamanda toplumun “değerleriyle” örtüşmediği gerekçesiyle YÖK başkanı tarafından sonlandırılmış olmasını kültürel ve dini değerlerin bahane edilerek var olan, elde edilmiş hakların, uygulamaların dahi nasıl sonlandırıldığını görüyoruz. Kadına yönelik şiddet ve tacize karşı yapılacaklar konusunda akademik çalışma yürütülmesini öngören bir projenin dahi sonlandırılmış olmasını endişe vericidir. Birleşmiş Miller Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İstanbul Sözleşmelerinin imzalanması sayesinde kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve önlemler alınması kapsamında olan bu projenin kamuoyunun yanlış yönlendirilmesi ve geçerliliği olmayan sebepler sunularak sonlandırılmasını sadece kadınlar değil erkekler için de zulüm ve hak ihlali olduğunu düşünüyoruz. Bu tutumların yürürlülükte olan kanunların içlerinin boşaltılmasına sebebiyet verdiğini ve kadınların gerekli kurumlara başvuru yapmalarını zorlaştırdığını görüyoruz. Ve ilgili kurumları sorumluluklarını yerine getirmeye ve imzaladıkları sözleşmelerin yaptırımlarını uygulamaya, yaptıkları yanlıştan ivedilikle dönmeye çağırıyoruz.
Ancak göz önünde bulunan kadınların yaşadıkları şiddet ya da kamuoyunda ses bulan olayların etkisiyle kadına yönelik şiddet davalarında emsal kararların verildiğini ve kadınların mücadele etmelerinin bu anlamda önemli olduğunu da vurguluyoruz. Bununla birlikte hak ihlallerine karşı verilen mücadeleler sonucunda kazanılmış hakların da yeterli olmadığını ve kadınların elde edilen bu kazanımların uygulanması için dahi mücadele etmek zorunda kaldıklarını görüyoruz.
Hak İnisiyatifi olarak kadınlara karşı yapılan hak ihlallerinin her zaman peşinde olacağımızı, özelde kadın haklarının genelde de insan haklarının pazarlık konusu yapılamayacağını beyan ediyoruz. Tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü kutluyor ve kadınların yıllardır verdikleri ve veriyor oldukları mücadeleyi saygıyla selamlıyoruz.
Hak İnisiyatifi-Genel Merkez