Türkiye’de insan hakları ihlallerinin korkunç boyutlara eriştiği günlerden geçiyoruz. Emniyet görevlilerinin “Kahrolsun İnsan Hakları” sloganıyla uygun adım yürüyüş yaptığı 1990’lı yılları neredeyse “özleyeceğimiz” zorlu bir dönemi tecrübe ediyoruz. 90’lı yıllarla bugün arasında kuşkusuz önemli farkların olduğundan bahsedilebilir. Söz gelimi insan hakları eskisine göre çok daha meşru bir söylem ve kitle iletişim araçları eskiye nazaran çok daha gelişmiş durumda. Fakat yine de art arda yaşanılan “olağanüstü” süreçlerin de etkisiyle ihlaller çoktan sistematik bir boyut kazanmış vaziyette. Üstelik güç birikmesinin bir ürünü olarak yargı başta olmak üzere tüm denge denetleme sistemi felç olmuş halde ve hevesle kandırılmak isteyenlere bile ümit veremiyor.
Hal-i pür melalimize ilişkin kısa bir özet herhalde şöyle olabilir: Yargı reformu uzun aylardır “tartışılmayı” sürdürürken şu anda Türkiye’de cezaevlerinde annelerinin yanında yüzlerce çocuk da mahpus hayatı yaşıyor. Sorgusuz, sualsiz bir şekilde KHK’larla ihraç edilen 130 bini aşkın kişi dışarıda benzeri bir hayatı, sivil ölümü tecrübe ediyor. Derneğimiz tarafından kapsamlı bir raporla kamuoyuna yeniden duyurulduğu üzere 29 kişinin kendisini kamu görevlileri olarak tanıtan kişilerce kaçırılıp işkenceye maruz bırakıldıkları iddia ediliyor. Bu kişilerden bazılarının “ortaya çıkıp” gözaltına alındıklarından beri “kayıp” oldukları dönemde ne yaptıklarına ve nerede olduklarına ilişkin kamuoyuyla herhangi bir bilgi paylaşmamış olmaları endişeleri derinleştiriyor.
Neredeyse alenen siyasi konumlarından kaynaklanan sebeplerle ve caydırma, intikam, dize getirme gibi hedeflerle Alparslan Kuytul, Ahmet Altan, Ali Bulaç, Osman Kavala, Selçuk Kozağaçlı ve benzeri birçok kişiye uzun ve tecritle “süslenmiş” eziyetler reva görülüyor. Ülkenin en büyük siyasi partilerinden birinin eski eş genel başkanı ve milyonlarca oy almış cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş ve partinin başka pek çok yöneticisi cezaevlerinde tutuluyor. Aynı partiden adayların belediye başkanı seçildiği il ve ilçelere “istikrarlı” bir şekilde kayyum ataması yapılıyor.
Üstelik bir diğer yandan Türkiye tarafından çeşitli vasıtalarla desteklenen Suriye İç Savaşı’nın mağdur ve mazlumları göçmenlere karşı ırkçı ve nefret dolu bir söylem gelişim gösteriyor. Art arda sürekli dehşete düşüren, kan donduran ve insanlığımızı sorgulatan kadın cinayetleri haberleriyle karşı karşıya kalıyoruz. İktidarın dizginlenemediği ve itaatin muktedirle yegane ilişki tipi olarak dayatıldığı bu siyasal atmosferin kadın cinayetlerini de beslediğinden bahsetmek çok zor değil.
Tüm bunların yanında, kötü yönetilen neoliberal modelin sonucunda tepe taklak olan ekonominin yüz binlerce mağdur ürettiği yadsınamaz bir gerçek. Özellikle eğitim ve sağlık sektörünün hızla piyasalaştırıldığı koşullarda ekonominin kötü gitmesi milyonlarca kişiden oluşan geniş kitlelerin barınma, eğitim, sağlık, adil ücret ve benzeri hayati nitelikli sosyal ve ekonomik haklardan yeterince yararlanamaması anlamına geliyor. İnsan haklarının terminolojisiyle soğuk bir şekilde ifade ettiğimiz bu olgu yoksulluktan dolayı siyanürle ailesini öldürerek intihar eden kişilerin kan dondurucu örnekleriyle kendisini gösteriyor.
Bu sene 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftasını işte bu kabus gibi atmosferin içinde selamlıyoruz. Fakat kabuslar ne kadar sarsıcı olursa olsun sonludur. Biz Hak İnisiyatifi olarak bu atmosferin kalıcı bir şekilde bertaraf edilmesinin yegane yolunun toplumdan devlete doğru geliştirilen bir basınç mekanizmasının işlevsel araçları olarak insan haklarının etkin ve kitlesel bir şekilde talep edilmesi olduğunu savunuyoruz. İlk paragrafta belirtildiği gibi, bugün 1990’lı yıllardan farklı olarak insan hakları söylemi daha gelişkin ve meşru; kitlesel iletişimimiz daha etkin ve güçlü.
Bu vesileyle, Hak İnisiyatifi Derneği olarak, tüm gönüllü ve dostlarımıza, her insanın ilahlık taslayan hiçbir otoritenin tasallutu altına girmeden, kimseden aman dilenmeden, kimsenin önünde el pençe divan durmak zorunda bırakılmadan, kısacası kula kulluk etmeye zorlanmadan özgürce ve onurluca yaşayabileceği bir dünya için sözün ve hakikatin gücüne dayanan barışçıl mücadelemizde ortaklaşma çağrımızı yineliyoruz.